Çağının ilerisinde yaşamış bir gazeteci... Barıştan, özgürlükten, demokrasiden yana bir yazar... Ve tarihin unutmadığı cesur bir aydın: UĞUR MUMCU. 24 Ocak 1993’te, Ankara Karlı Sokak’ta katledilişinin üzerinden çeyrek asır geçti. Ardından bir kuşak yetişti. Değerleri, düşünceleri, onurlu duruşu hiç unutulmadı. Akademisyen-yazar ÖZGÜR MUMCU, babası UĞUR MUMCU’yu anlattı.
Ömür Uzel
TÜRKÜ DE DİNLENİRDİ, KLASİK MÜZİK DE
Devasa kütüphanesi olan bir evde büyüdüm. O bakımdan çok şanslıydım. Çok sayıda plak ve kaset vardı evimizde. Bir çocuk için maceralar diyarı gibiydi. Bizim evde kalıplar yoktu; türkü de dinlenirdi, klasik müzik de. Dünya edebiyatından klasikler de vardı raflarda, sürükleyici polisiyeler de… Seneler sonra kardeşim kütüphanede Gramsci’nin İtalyancasına rastladı. Babam, İtalyanca bilmiyordu. Muhtemelen bir İtalya seyahatinde almıştı; Türkçe çevirisinde kafasına bir şey takılırsa, İtalyanca bilen birilerine göstermek için. Bu durum, babamın yapısını iyi anlatır.
İLGİLİ VE ŞEFKATLİ BİR BABAYDI
Babam, günlerinin çoğunu evdeki çalışma odasında, çalışarak geçirirdi. Çok yoğun bir tempoda çalışırdı ama çocuklarıyla zaman geçirmeyi de hiç ihmal etmezdi. Ailesi ve dostlarıyla beraber olmak da çalışmak gibi bir önceliğiydi. Hakikaten çok iyi bir babaydı. Çocukluğumu ve ilk gençliğimi hep gülümseyerek hatırlıyorum. Şefkatliydi. Onun tercihleri ilgimi çekerdi. Babamın Londra’ya dil eğitimine gittiğinde oradan aldığı bir Ray Charles kaseti vardı. Ben de çok çalmıştım walkman’imde. ‘Hit the Road Jack’ ne zaman çalsa, babamın gençliğiyle kendi gençliğimi iç içe geçmiş şekilde düşünürüm.
BABAM, GÜVEN VEREN BİRİYDİ
Bundan 30 yıl önce, Türkiye’yi tehdit eden şeyleri, yani bugün yaşadıklarımızı anlattı babam. İleri görüşlüydü, zekiydi. Karşıt görüşlere kendini kapatmaz, onları da takip ederdi. Sert bir polemikçi olmasına rağmen her görüşten insanla sıcak, insani ilişkiler kurabiliyordu. Fanatik değildi. Kestirip atmaz, anlayıp öğrenmeye gayret ederdi. Bu özelliği beni hep etkilemiştir. Bir de babam, herkese güven veren biriydi.
O GÜN: 24 OCAK 1993
24 Ocak 1993. Ankara'da Karlı Sokak'taki evimizin önünde, arabamıza bomba konuldu ve o bombanın patlaması sonucu babamı kaybettim. Henüz 16 yaşındaydım. Kişiliğim oturma sürecindeydi. Bir şeyler değişti mi bilmiyorum ama ben o günden sonra da, kimsem yine oyum. Olay yaşanmasaydı farklı biri olur muydum, bilmiyorum. Bunun cevabını hiçbir zaman bilemeyeceğim.
ONUR VE KEDER
Uğur Mumcu’nun oğlu olmak iki duyguyu barındırıyor içinde: Onur ve keder. İkisini beraber yaşıyor insan. Herkesin babasını kaybetmesi biricik acıdır; fakat bizimki gibi durumlarda şahsi kederle, toplumsal keder iç içe girebiliyor. İnsanlar, babalarının ölüm yıldönümlerinde mezarlarını ziyaret eder. Ben de öyle yapıyorum; ama evimizin önüne gelen binlerce insanla aynı acıyı paylaştıktan sonra! Hem insana kuvvet ve gurur veriyor hem de hüznü artırıyor.
“UĞUR MUMCU YAZDIYSA DOĞRUDUR”
Babam ideolojik yazılarla, araştırmacı gazeteciliği harmanlamayı başarmıştı. Siyasi tespit ve öngörüleri nedeniyle okuyanların yanı sıra, araştırma dosyaları nedeniyle kendisini takip eden çok kişi vardı. “Uğur Mumcu yazdıysa doğrudur” fikrini paylaşmayan kimse yoktu. Hangi siyasi görüşten olursa olsun. Mesela karşıt görüşlü kişiler, hakkında bir şeyler bildikleri yolsuzluk dosyalarını kimse yayınlamasa bile babamın yayınlayacağını bilirlerdi. Bu nedenle ona ulaşırlardı.
“BİLGİ SAHİBİ OLMADAN FİKİR SAHİBİ OLUNMAZ”
Babam, titizlikle haberin bütün unsurlarını incelerdi. ‘Fikri takip’ ilkesinin de bilinen en iyi savunucularındandı. Haberi yayınlamakla yetinmez, bir sonuç alana kadar ısrarla konunun üzerine gider, meseleyi ayrıntılarıyla incelemeye devam ederdi. “Bilgi sahibi olmadan, fikir sahibi olunmaz” sözünü bunlardan dolayı sarf etmiştir. Dijital imkânların olmadığı bir dünyada dava dosyalarını ve belgeleri kimi zaman günlerce incelerdi.
MİZAHÇI YÖNÜ
Babamın öldürülmesinin üzerinden 25 yıl geçti. Bugün, Uğur Mumcu gazeteciliğinin ilham verdiği çok kıymetli gazeteciler var. Bu koşullarda ellerinden geleni cesaretle yapıyorlar. Maalesef azınlıktalar.
Babam bir gazeteciydi. Ben ise gazetede yazıları yayınlanan biriyim. Babamın özellikle ilk zamanlarında kuvvetli bir siyasi mizah yazarı olduğunu görüyoruz. ‘Sakıncalı Piyade’ ya da ‘Büyüklerimiz’ kitaplarıyla birçok köşe yazısında gözlemlenebileceği üzere. Siyaseti mizahla yorumlamak konusunda bir benzerliğimiz olabilir; ancak benim araştırmacı gazeteci olmak gibi bir iddiam yok.
“UĞURLAR OLSUN…”
Bir gün Selda Bağcan’ın bir şarkı yaptığını öğrendim. İsmi; Uğurlar Olsun. Herkes ezbere biliyor, herkesin içine işlemiş. Bu şarkıyı duyunca babamı hatırlıyorum. “Demek ki, zamanda kalıcı olan türküler böyle doğuyormuş” diye düşünüyorum.
Hayata dair umutsuzluğum yok. “Pandora’nın kutusundaki bütün melanet dünyaya saçıldıktan sonra, geriye bir tek umut kalmış” derler. Yani kutudan melanetin panzehri de çıkmış. Ben, umutluyum elbette.
BABAMDAN ÖĞRENDİĞİM ÜÇ ŞEY
Babamdan hayatım boyunca çok şey öğrendim ama öğrettiği üç şeyden hiç vazgeçmedim: Doğru bildiğin yolda ilerle, doğruyu bulmak için daima araştır ve diğerlerini de dinle!