CHP Genel Başkanı Sayın Kemal Kılıçdaroğlu ile geleceğimizi, gençlerin kaygılarını, haklarını, hayallerini, gençler için yaptıkları planlamaları, yurttaş özgürlüklerini, kadın sesinin toplumdaki önemini, Türkiye’nin farklılıklarını, adalet ve eşitlik kavramlarını, Edip Cansever’i, Yaşar Kemal’i ve mizahı konuştuk.
Ömür Uzel
GENÇLERİ HAYALSİZ BIRAKMAK HATADIR
Bir ülke ancak ve ancak gençlerin özgürlüğünden faydalanabilir. Gençler ne kadar özgür olurlarsa yeniliğe, dolayısıyla da üretmeye o kadar açık olurlar. Gençlerimizin bugün yaşadığı en büyük problem; geleceksiz kalmaktır. Yapılan en büyük hata, onları hayalsiz bırakmaktır. İlk düzeltilmesi gereken de budur. Gençler için yapacaklarımız bugünden belli. Elbette hayatın olağan akışı içerisinde, teknoloji odaklı bir bakış ile bu yapılacaklar geliştirilecektir. Planlamamızın ilk 6 aylık bölümünü açıkladım. Ancak gençlere bakışımızın özeti şudur: Onların hayalleri, bizim hedeflerimiz olacak. Tüm hakları güvence altına alınacak. Gençler konusunda çok hassasız. Onların gelecek kaygısıyla başka ülke arayışları olmasın istiyoruz. Bunun için çalışıyoruz. Bakın, özgür olmayan bir üniversiteden üretim bekleyemezsiniz. Bu nedenle üniversitelerin mali özerkliğini, bilimsel özerkliğini, yönetimsel özerkliğini de sağlayacağız. Bu da gençlerimize yönelik bir “yatırım” olacaktır. Onlar özgür olacak, üretecek ki ülkemiz de onlardan azami düzeyde faydalanacak.
CANSEVER’İN DİZESİ, ATATÜRK’ÜN İLKESİ
“Gülmek, bir halk gülüyorsa gülmektir” der Edip Cansever. Ben, Cansever’in bu dizesini, Atatürk’ün “Halkçılık” ilkesine yakıştırırım. Benim için Halkçılık, tüm halkın gülmesi demektir; hep birlikte gülmek, hep birlikte hüzünlenmek demektir. Tasada ve kıvançta birlikte olmak, olabilmek demektir… Adaletli olursanız, hakça bölüşürseniz, liyakate önem verirseniz, bolluk ve bereket artarsa, özgürlükleri en geniş şekilde güvence altına alırsanız; orada halk gülüyor demektir. Bu çerçevede benim için gülmek, tek bir çocuğun dahi yatağa aç girmeyeceği, demokratik ve özgür bir düzeni kurabilmektir. Benim için gülmek, Cumhuriyetimizi yeniden kimsesizlerin kimsesi kılmak ve demokrasiyle taçlandırmaktır.
GÜLMEK, KORKUYU ÖLDÜREN BİR EYLEMDİR
Nerede bir kahkaha varsa, gülme, gülümseme varsa orada otoriterlere karşı, diktatörlere karşı, yasağa ve zulme karşı bir başkaldırı vardır. Umberto Eco’nun ‘Gülün Adı’ romanında, ortaçağ karanlığı için gülmenin kötü olduğunu anlatan bir diyalog vardır. Mealen söylüyorum: “Gülmek, korkuyu öldürdüğü için egemenlerce sevilmez.” Yani gülmek devrimci, korkuyu öldüren bir eylemdir.
MİZAH, ELEŞTİREL OLMALI
Mizahın eleştirel olması gerektiğine inanıyorum. Hatta mizahın iktidara karşı, özgürlüğü, adaleti, eşitliği temsil eden bir içeriği olmalı. Türkiye’nin mizahı açısından baktığımızda büyük ölçüde bu rolün başarıyla sürdürüldüğünü görüyorum. Marko Paşa, Gırgır ve günümüzün mizah dergilerini, gazetelerin karikatür sayfalarını birlikte düşündüğümüzde bence sanatçılarımız üstlerine düşeni fazlasıyla yaptılar, yapıyorlar. Onlara minnettarım. Sadece karikatüristler ve mizah yazarları ya da dergileri değil. Son dönemde eleştirel mizahı işlerinin merkezine yerleştiren çok başarılı sahne sanatçıları var. Özellikle de sosyal medya yoluyla ülkemizin gündemini korkusuzca mizah konusu yapıyorlar. Fakat sadece onlar mı? Bence gençler bu alanda mizahçılarla rekabet edebilecek bir üretkenlik içinde. Örneğin “Gezi Mizahı” diye bir kavram boşuna girmedi hayatımıza. Bu mizah sosyal medyada sürüyor. Ben ülkemizin mizah düzeyini çok iyi buluyorum.
“BİR ORMAN GİBİ KARDEŞÇE…”
Sivil bir seküler yaşama doğru dönüşüyor toplumumuz. Bu güzel bir gelişme. Özellikle de gençlerimizin büyük bir kesimi, başkalarının yaşamına, yaşam tercihlerine karışılmaması gerektiğini düşünüyor. “Ne devlet karışsın ne de mahalleler” karışsın diye düşünüyor. Fikir ve ifade özgürlüğü, inanç özgürlüğü, yaşam tarzı özgürlüğü toplumun büyük bir kesiminin tereddütsüz ortaklaştığı konular olmuş durumda. Hâliyle, toplum bilimcilerin “mahalle baskısı” olarak nitelendirdiği baskı biçimi de yavaş yavaş ortadan kalkıyor. Yerini ise farklı bir baskı biçimi alıyor. Bu yeni tür baskı biçimi, özgürlüklerin kısıtlanmasına ve özgürlükleri kısıtlayanlara karşı. Yani özellikle gençler ailelerine baskı kuruyor; otoriterliğe karşı olmaları için baskı kuruyor, yolsuzluğa ve yoksulluğa karşı seslerini çıkartmaları için baskı kuruyor. Bu yolla ailelerini de dönüştürüyorlar. İnanan, inanmayan, başörtü takan, takmayan, namaz kılan, kılmayan ayrımı hızla ortadan kalkıyor. Nâzım Hikmet’in dediği gibi “Bir orman gibi kardeşçe” ama kendi kişiliğimizden ve kimliğimizden ödün vermeksizin, daha güzel bir ülkede yaşamanın ortak çabasını gösteriyoruz. Biz buna özetle “Cumhuriyetimizi ikinci yüzyılında demokrasiyle taçlandırmak” diyoruz.
KADIN SESİ HAYATIMIZA UZLAŞMA KÜLTÜRÜNÜ GETİRİR
Kadın ve erkek müşterek yaşamın iki eşit unsurudur. Bunu gerek aile yaşamında, gerek toplumsal yaşamda, gerekse siyasal alanda istisnasız herkesin kabul etmesi gerekir. Ancak şüphesiz kadın sesinin hepimizin yaşamında farklı bir yeri ve anlamı var. Bu da onların her birimizin hayatında üstlendiği sayısız rolden kaynaklanıyor. Kadının hayatımızdaki ilk sesi ‘annelik’ rolünden geliyor. Sevilmeyi, huzuru, mutluluğu, saygı görmenin ne demek olduğunu, yardım etmeyi, yani genel olarak bizi biz yapan temel değerleri bize onun sesi öğretiyor. Ancak ‘annelik’ kadın sesinin yalnızca duygusal boyutu. Toplumsal yaşam, iş hayatı ve siyasal alanda ise kadın sesi yol göstericiliği, bir meseleyi farklı açılardan değerlendirme kabiliyetini ve bugün en çok ihtiyaç duyduğumuz toplumsal unsurlardan biri olan uzlaşma kültürünü katıyor hayatımıza.
KADININ SESİ YOKSA DİYALOGLAR ANLAM KAYBINA UĞRAR
Bugüne kadar edindiğim deneyimler ve yaptığım gözlemler bana, kadınların özellikle toplumsal yaşam, iş hayatı ve siyasi alanda belirgin biçimde ayrıştırmaktan ziyade birleştirmeyi, pes etmekten ziyade çözüm üretmeyi, farklı yönlere savrulmaktan ziyade organize olabilmeyi ve en önemlisi de empati kurarak yönetmeyi çok başarılı biçimde gerçekleştirdiklerini gösterdi. Çünkü kadınların yaşamı siyah ve beyazdan ibaret değil. Kadınlar, çok renkli görmeyi biz erkeklere kıyasla çok daha iyi başarıyor. Bu çeşitlilik, yaşamın her alanında kadının bakış açısına, düşüncesine, eylemine ve sesine yansıyor. Bu yüzden aile yaşantısından, toplumsal yaşama, iş yaşamından siyasi alana kadar insanın varlık gösterdiği her mekânda kadın sesinin eksikliği bir yandan mevcut problemlerin çözümünü zorlaştırırken, diğer yandan kurulan toplumsal ve politik diyalogları anlam kaybına uğratıyor. Kadınların seslerini yükseltebildiği siyasal ve ekonomik bir ortamda, sadece kadınlara özgü sorunların değil; aynı zamanda Türkiye’nin politik, ekonomik, siyasal, toplumsal problemlerinin de çok daha hızlı biçimde çözüme kavuşturulacağından şüphe duymuyorum.
ÖZGÜRLÜKLER KONUSUNDA ÖDÜNSÜZ OLMAK GEREKİR
Özgürlükler konusunda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kriterleri bellidir. Anayasa Mahkemesi’nin içtihatları bellidir. Bu kriterleri, içtihatları bir şablon kabul edin; bu şablonun içinde kalmak koşuluyla özgürlükler konusunda ödünsüz olmak gerekir. İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi de önümüzde duruyor. Maddelerinden ikisini örnek olarak vereyim; “Herkesin yaşama hakkı ile kişisel özgürlüğü ve güvenliği hakkı vardır.” Bu hak ortadayken ülkemizde yaşananları düşünün. Bir başka madde de özgürlüklerin sınırsız olmadığını ancak bu sınırların da belirlenirken özgürlük parametresinden ödün verilemeyeceğini ifade ediyor. Her ne kadar Voltaire ile özdeşleşmiş olsa da kendisine ait olmadığı zaman içinde ortaya çıkan bir söz var: “Düşüncelerine katılmıyorum, ama düşüncelerini savunma hakkını sonuna kadar destekleyeceğim.” Ben de böyle düşünüyorum. Fikirlerine katılmadıklarımın da fikirlerini özgürce ifade etmesinden yanayım.
TOPLUMA UMUTSUZLUK AŞILAYANLAR
Adalet Yürüyüşümün finali olan Maltepe Mitingi’nde kimler için yürüdüysem, bugün de o yürüdüğüm kişiler için mücadele ediyorum. Kim kendini mağdur hissediyorsa, kim kendini dışlanmış hissediyorsa, kim özgürlüklerinin kısıtlandığını düşünüyorsa onların yanında olmaya çalışıyorum. Örneğin Barış Akademisyenleri; onlar için de yürümüştüm. Anayasa Mahkemesi sonunda Barış Akademisyenleri için olumlu bir karar verdi. Şimdi ise bu mahkemenin kararının uygulanmamasının sonuçlarını yaşıyoruz. Ama aşacağız bunları. Kimse topluma umutsuzluk aşılamaya çalışmasın. Bahsettiğim kriterler çerçevesinde herkesin özgürlüğünü savunurum ama topluma sürekli umutsuzluk aşılayanlarla da mücadele etmekten kaçınmam.
TÜRKİYE’NİN FARKLILIKLARI
Türkiye’nin farklılıklarına birbirini tamamlayan iki pencereden bakıyorum. İlki birey olarak bizim farklılığımız ve özgürlüğümüz. Her bir bireyin farklılığı ve özgürlüğü. Diğeri ise her türden grupların ve toplulukların farklılığı ve özgürlüğü. İnsan hak ve özgürlüklerine ve bu hak ve özgürlüklerin evrensel kriterlerine aykırı olmamak koşuluyla tüm grupların, toplulukların özgürlüğünden, farklılıklarının güvence altına alınmasından, gerekirse korunmasından bahsediyorum. Her kim kendisini nasıl tanımlıyor ve kendisini nereye ait hissediyorsa, onun özgürlüğünün mutlak güvence altına alınmasından yanayım. Bu güvencenin devletin tüm kurum ve kuruluşlarıyla, sivil toplum örgütleriyle birlikte sağlanması gerektiğini de vurgulamak isterim.
ADALET VE EŞİTLİK
Her şeyin temeli adalet ama eşitliği de adalet üzerinden tanımlıyorum. Adaleti kurmanız, eşitliği de nasıl sağlayacağınızın göstergesi zaten. Önce adaletli olacağız. Örneğin yargı tam anlamıyla bağımsız olacak; tüm kararlarını içtihatlara ve evrensel kıstaslara uygun olarak verecek. Kimseye kimliğinden, varsıllığından ya da yoksulluğundan dolayı ayrıcalık yapılmayacak. Herkese hem eşit hem de adaletli davranacağız. Bu tabloyu kurduğumuzda adalet ve eşitliğin birbirinden bağımsız düşünülemeyeceğini de görmüş oluruz. Bir başka örnek daha vereyim; herkesin hak ettiği ücreti almasını sağlamak bir adalet örneğidir. Ancak bunun gerçekleştiği ana kadar geçen sürede oluşan mağduriyetleri giderecek hamleleri yapmak da eşitlikçi bir yaklaşımdır. O yüzden tanzim ve telafiden bahsediyorum bir süredir. Hem bozuk düzeni düzeltmekten hem de bozuk düzenin mağduriyetlerini gidermekten. Yeniden yapılandıracağımızın sözünü verdiğim İnsan Hakları, Eşitlik ve Özgürlük Kurumu da nerede bir insan hakkı ihlâli varsa, nerede özgürlükleri kısıtlayan, ortadan kaldıran bir adım varsa doğrudan müdahale edecek. Üstelik yaptırım yetkisiyle birlikte.
HER ŞEYİN ÖNCESİNDE SÖZ VARDIR
Yaşadığımız bir görüntü çağıdır elbette ama milyonlarca yıldır olduğu gibi sözün çağıdır. Her şeyin öncesinde söz vardır. Dolayısıyla, hangi yol ve yöntemi kullanırsanız kullanın esas olun sözünüzdür. Bazen susarak konuşursunuz, bazen çok kısa sessiz bir film olursunuz, bazen uzun bir konuşma, uzun bir yazı… Önemli olan ne söylediğinizdir. Örneği ben ülkemizin içinde bulunduğu bu tabloda “hak, hukuk adalet” diyorum. Yaşamın her alanında hakça bir düzen, adil bir düzen, adaletli bir düzen diyorum. Çocuklarımız iş sahibi mi olacak; devlet adil olmalı. Birileri mi yargılanıyor; hukuk düzenimiz adaletli olmalı. İşçi çalışıyor, çiftçi toprağını mı ekiyor; alın terleri kurumdan hak ettikleri verilmeli. Kadınlara yönelik şiddet, ayrımcılık, ötekileştirme sona ermeli. Benim sözüm bunlar. Hâliyle, sözümüze güveniyorum. Görüntü çağında söylenecek her bir sözün, çok daha geniş kitlelere ulaşacağını da biliyorum. Önemli olan sözünüzün kıymeti, samimiyeti, içtenliği ve inandırıcılığıdır.
YAŞAR KEMAL VE KERİME NADİR
Bu coğrafyada yetişen sözü kuvvetli yazarlar da vardır. Benim için Yaşar Kemal ve Kerime Nadir çok kıymetlidir. İlkokulda bir yaz tatilinde Yaşar Kemal’in İnce Memed’ini okumuştum. Okul başladığında bunu öğretmenime söyledim, inanmadı. O yaşlarda bir çocuğun öyle bir kitap okuyacağını beklememişti. Sonra beni İnce Memed ile sınadı. Baktı ki konuyu anlatıyorum, o zaman inandı. “İnsan evrende gövdesi kadar değil, yüreği kadar yer kaplar” diyordu Yaşar Kemal ama onun yüreği evreni kaplıyordu.
MERAK, GELECEK TAHAYYÜLÜNÜN TEMELİDİR
Gençlere dair kişisel bir beklentimden bahsedebilirim: Ne olursa olsun, merak duygularını kaybetmesinler. İnsanlığın varoluşundan günümüze kadar geçen süreci en iyi “merak” sözcüğü özetler. Merak, insanların bilme isteğinin ve gelecek tahayyülünün temelidir. Merak, bilmediğimizin farkında olmaktır. Gençler merak etsinler ve düş kurmaktan vazgeçmesinler. Bir yaşamda merak ve düş varsa, üstesinden gelinemeyecek zorluk yoktur. Merak sözcüğüyle ilgili en güzel örneklerden biri de NASA’ya ait. Biliyorsunuz NASA, Mars’a gönderdiği keşif uydusunun ismini “Merak” koydu. Bu, insanlığın geleceğine dair önemli bir adımdır.
GENÇLERİN GÜÇLÜ DİYALOĞU BENİ UMUTLANDIRIYOR
Mevcut siyasi iktidarın her türden kutuplaştırma çabalarına rağmen gençlerin arasında gün geçtikçe güçlenen diyalog beni umutlandırıyor. Kendilerini neye yakın hissediyor olurlarsa olsunlar, gençler özgürlük ile hak, hukuk ve adalet noktasında geniş bir mutabakata ulaşmış durumda. Yolsuzluğa ve yoksulluğa karşı mücadelede gençlerin çok büyük bir kesiminden aynı cümleleri duyuyorum. Bu güzel ülkede, farklılıklarına saygı gösterilmesini istiyorlar ama birlikte de yaşamak istiyorlar. Atatürk gibi hiçbir zaman umudumuzu kaybetmeyeceğiz. Her daim umut vardır ve umutla var olacağız.
UMUTSUZSUZLUK KARANLIĞI BÜYÜTÜR
Umut, karanlık dönemlerin bir ihtiyacıdır ve hatta zorunluluğudur. Karanlık dönemlerde kimi insanlar umutsuz olurlar ve çevrelerine de umutsuzluk aşılarlar. Böyle yaparak karanlığı büyütürsünüz. Bu doğru değil! Üstelik günün en karanlık anı da şafağın sökmeden önceki anı değil mi? Dolayısıyla her daim umutlu olacağız. Elbette kuru kuruya bir umuttan, “Umutluyum” diyerek gerçeklerden kopuk yaşamaktan da bahsetmiyorum. Bir örnek vereyim: Battı çıktı tüneller var, kent trafiğini rahatlatmak için yapıldığı ileri sürülen. O tünellerin bazılarında avuç büyüklüğünde bulduğu topraktan sökün etmiş ağaç fideleri, yeşillikler görürsünüz. Bir beton ormanının içinde, bir egzoz dumanı ormanının içinde, inatla yaşamayı başarmış, kendi yaşamına tutunmuş bir tohumun hikâyesidir o gördüğünüz. Benim umudumu canlı tutan unsurlardan biri de bu örnektir. Umutlu olmak budur!
コメント