“Seni sevmek zordur, çelişkidir
Ölümle yaşamın kardeşçe birliğidir
Ölünün mezarını görüp, ölümden vazgeçmesi gibidir
Buna rağmen seni seviyorum
Ama anlarsan seviyorum
Anlamazsan geberiyorum”
İLYAS SALMAN
Adıyaman/1981
‘Çirkinler De Sever’ film seti
İLYAS SALMAN. Türk sinema tarihinin en büyük isimlerinden biri. Dolu dolu yaşanmış bir ömrün sahibi. Filmleri, dostlukları, anıları çok değerli. İlyas Salman’la Banker Bilo’nun hikâyesini, Arzu Film’in bürosunda yazdıkları senaryoları, Kibar Feyzo’nun çekimlerinde köy ağası tarafından evden kovuluşunu, ‘Sarı Mercedes’ filminin neden ömrüne bedel olduğunu, Kemal Sunal’ı kaybettiği gün hissettiklerini, sanatı, mizahı, aşkı, şiiri, kavgayı ve romanları konuştuk.
Ömür Uzel
HAYATIN DAMARINDAN BESLENEN FİLMLER
Filmlerimde genellikle aldatılan, sömürülen, kent kültürü tarafından kirletilmeye çalışılan insanı temsil ettim. Bozulmuş toplumun içinde temiz kalmak için çırpınan ama sürekli yozlaştırılmaya çalışılan Anadolu insanını oynadım. 1970’li, 80’li yıllarda çektiğimiz filmlerin hepsinin toplumsal bir mesajı vardı. Hâlâ aynı zevkle seyrediliyor. Çünkü o filmler, hayatın damarından beslendi. Ve o mesajlar bugün sanat tüketicisine ulaştı.
‘BANKER BİLO’, TÜRKİYE’NİN HİKÂYESİDİR
‘Banker Bilo’ sadece Bilo ile Maho’nun hikâyesi değildir; Türkiye’nin hikâyesidir. Yozlaşan bir kültürün hikâyesidir. Ertem Eğilmez tarzı sinemanın hayatın ne kadar içinden olduğunu anlatır. Çünkü yaşamın belirli bir döneminde herkes biraz Bilo biraz da Maho olmuştur.
O SENARYOLARI BİRLİKTE YAZARDIK
Arzu Film ekolünde şöyle bir şey vardı; bir kadro kurulmuşsa senaryo yazımına Sadık Şendil, İhsan Yüce, Atıf Yılmaz, Şener (Şener Şen), Münir abi (Münir Özkul) girerdi, ben girerdim. Kolektif yazdık biz o metinleri. Hiçbir zaman tek kişinin elinden çıkma değildir o senaryolar. Şekerci Ali Muhittin’in üst katında Arzu Film’in bürosu vardı. Orada toplanırdık. Bu filmlerin başarısının sırrı budur. En büyük payı Ertem Eğilmez’e teslim ediyorum elbette ama o filmleri büyülü yapan bizim bir arada oluşumuzdur. Yönetmeniyle, senaristiyle, oyuncusuyla büyüledi herkesi. Ve Türk sineması o büyüyü bir daha hiç yakalayamadı.
YEŞİLÇAM’IN MASALSI MAHALLELERİ
Masalsı mahallelerde, sevmesini bilen insanlarla çektik o filmleri. Şimdi ne o mahalleler var ne de öyle insanlar. Kemal Sunal’a, Adile Naşit’e, Şener Şen’e, Münir Özkul’a, Ayşen Gruda’ya iyi bakalım. Onlar yaptıklarıyla var oldular. Kazandıklarıyla var olmadılar. Fiyatı olmadı bu insanların. Tek gayeleri sanatlarını icra etmekti. Bunu da çok severek yaptılar. Onlarla geçirdiğim zamanları çok arıyorum. Yıllar geçtikçe o anların ne kadar kıymetli olduğunu daha iyi anlıyorum.
“DİKKATLİ OL! ATATÜRK GELDİ”
Kibar Feyzo’yu Hatay’ın, Harran Köyü’nde çektik. Suriye sınırında bir köydü. Ağustos sıcağıydı. Çekimler sırasında Kemal’in (Kemal Sunal) başına güneş geçti. Bunun üzerine Atıf abi (Atıf Yılmaz) bir gün mola verdi. Köyün ağası o gün hepimizi evine davet etti. Ben, Adile abla (Adile Naşit), Şener (Şener Şen), Ayşen Gruda ağanın evine gittik. Kamelyalı bahçede ağayı beklemeye başladık. Biraz sonra kapı açıldı. İçeriye beyaz takım elbiseli, sarı saçlı, mavi gözlü biri girdi. Ağaymış. Tabii bizim kafamızdaki ağa figürü o değildi. Adile ablayı kolumla dürttüm. “Dikkatli ol, Atatürk geldi” dedim. Adile abla sinirlendi. “Atatürk dünyaya bir kere geldi, bir daha gelmez” dedi.
“BÜYÜK İNSAN OLACAĞINA ARTİST OLMUŞSUN”
Ağa bana “Sen bu tiple nasıl artist oldun?” diye sordu. “İlkokul öğretmenim bir piyeste oynattı beni. Köylerin meydanlarında, okulların spor salonlarında oynadım. Eşek sırtında dekor taşıdım. Alkışı, kahkahayı, gözyaşını gördüm. O gün karar verdim. Bu işin üniversitesi varsa okuyacağım, dedim. Sonra konservatuarı kazandım” deyince ağa sözümü kesti. “Bu konservatuar, liseden büyük müdür?” diye sordu. “Evet” dedim. Ağa sinirlendi. “Çık dışarı! Koskoca üniversiteye gitmişsin, büyük insan olacağına artist olmuşsun” dedi.
ATIŞMA SAHNESİNDE ÇOK GÜLDÜK
Benim için o filmler çok kıymetlidir. Çünkü çekerken çok anı biriktirdik. Mesela Çiçek Abbas’ın meşhur atışma sahnesi için Şener’le (Şener Şen) kamyonların, minibüslerin arkasındaki yazıları topladık, derledik. Oturup ezberledik. O meşhur atışma sahnesini çekerken çok güldük. Zaten Şener’le her zaman uyum içinde çalıştık. O sahnede de uyumumuz mükemmeldi. Abbas’la Şakir’in atışma sahnesinde geçen her cümleyi hâlâ ezbere bilirim.
‘SARI MERCEDES’, ÖMRÜME BEDEL BİR FİLMDİR
‘Sarı Mercedes’, Adalet Ağaoğlu’nun ‘Fikrimin İnce Gülü’ romanından sinemaya uyarlanmıştır. Benim ömrüme bedel bir filmdir. Çünkü bir yol hikâyesidir. Filmde olaylar iki gün içinde geçiyor ama biz altı yılda çektik o filmi. Mevsimler değişti. Ayçiçek tarlalarının rengi değişti. Münih’ten, Ankara Polatlı’ya kadar yol yaptık. Çok meşakkatli bir işti. Her ülkeden ayrı ayrı izinler aldık. Ama en çok filmin sonu etkiler beni. Bayram, parçalanmış Mercedes’i ile bir kavşağa gelir ve film orada biter. 90’lı yıllar Türkiye’nin kavşakta olduğu yıllardır.
KEMAL’İ KAYBETTİĞİM GÜN…
Kemal’i (Kemal Sunal) kaybettiğim gün içimde yangın vardı. Defnettiğimiz sırada bir gazeteci “Ne hissediyorsunuz?” diye sordu. “Çocuklarımın oyuncağı kırıldı” dedim. “Koskoca Kemal Sunal’ı oyuncak olarak mı görüyorsunuz” diye sordu. Belli ki çocuğu yoktu. Olsaydı şunu bilirdi; bazen oyuncaklar, çocuklarının gözünde annelerinden, babalarından daha kıymetlidir.
SANATIN MESELESİ OLMALI
Sanatın tanımına iyi bakmak lâzım. Ben Marksizm’in sanata bakış tarzını benimserim. Çünkü Marksist sanat tanımında, hayatla sanatın akrabalığı çok ön plandadır. Doğal ve toplumsal olaylar belirli mantık ve estetik süzgecinden geçirilerek yeniden yaratılır. Hayattan bir şey anlatmıyorsa onun adına sanat denemez. Bir meselesi olmalı sanatın. Kendine bir şeyi problem edinmeli. Ancak sanatın görevini çok da büyütmemek lâzım. Çünkü sanat, herkesin sandığı gibi bomba değildir; çakıdır. Ufak çentikler atar. Küçük soru işaretleri doğurur insanların kafasında. Bütün mesele bundan ibarettir.
İYİ SEYİRCİ OLACAĞINA KÖTÜ OYUNCU OL
Sanat muhaliftir. Sanatçı da yapısı gereği muhalif olmak zorundadır. Hangi iktidar olursa olsun sanat, suya sabuna dokunabilmelidir. Suya sabuna dokunmayan şey kirlidir. Hayatı, futbol maçı izler gibi izlememek lâzım. Yılmaz Güney’in “Hayatta çok iyi bir seyirci olacağına kötü bir oyuncu ol” diye bir sözü var. Amacınız olsun. Karakter bütünlüğü yaşayın. Küçük çıkarların peşinden koşup, büyük geleceğinizi harcamayın.
BUGÜN YAPILAN ŞEY MİZAH DEĞİL
Gerçek mizah, hayata hâkim olan sermaye gruplarını hiciv yağmuruna tutarak eleştirmektir. Toplumların gelişmişlik düzeyini mizahla anlayabilirsiniz. Ancak günümüz filmlerinin mizah anlayışı çok basit. Zekâya gereksinim duyulmayan, belden aşağı espriler var. Mizah, böyle bir şey değildir.
BİR KÜVET HİKÂYESİ
Şiirin hayatımda özel bir yeri vardır. Konservatuar sınavını Nâzım Hikmet’in ‘Bir Küvet Hikâyesi’ isimli şiirini oynayarak kazandım. Şiirde hem aldatan erkeği hem de aldatılan kadını oynadım. Ertesi gün kapıda kazananlar listesinde adımı gördüm. Üstelik leyli meccani kazanmıştım. Devletten parasız yatılı demek. Yatılı kazanmasaydım okulda okumamın imkânı yoktu.
ÇELİŞMESİZ GELİŞME OLMAZ
Aşkı, şiiri ve kavgayı bilmeyen insandan hayır gelmez. Çünkü dünyada âşık olunacak çok değer, uğruna şiir yazılacak çok güzellik ve kavga edilecek çok puşt var. Kavga deyince de aklınıza silahlı kavga gelmesin. Düşüncelerin çarpışması diyelim. Düşüncelerin çarpışması çok önemlidir. Çünkü hayatı çelişmeler yaratır; uyumlu şeyler değil. Çelişmesiz gelişme olmaz.
DAĞLARIN GERİLLA ŞAİRİ: AHMED ARİF
Nâzım Hikmet, benim gözümde evrenin şairidir. Enver Gökçe, onurun şairidir. Hasan Hüseyin Korkmazgil, gecekondularımızın şairidir. Ahmed Arif de dağların gerilla şairidir. Bütün şiirler başka dillere çevrilebilir ama Ahmed Arif’i çevirmek çok zordur. Onu anlamak için anadilinizin ortak olması gerekir.
TÜRKÜLERİN DE MAKSADI VARDIR
“Şairim, şiirin hasını ayak seslerinden tanırım ama ne zaman bir köy türküsü duysam şairliğimden utanırım” der Bedri Rahmi Eyüboğlu. O türkülerin de bir maksadı vardır. Âşık Mahzuni’nin, Âşık Veysel’in şiirlerinin merkezinde tüm çıplaklığıyla insan vardır. Bize giydirdikleri Kürt, Alevi, Çerkez, Ermeni gibi elbiseler yoktur. Aklı başına geldikten sonra o elbiseleri çıkartıp, insanlık elbisesi giymeyi başaran, ‘insan-ı kâmil’ olmaya yaklaşır. Kemale eren insan şiire ve romana daha yakın olur. Hayatı daha anlamlı olur.
HER ROMAN BİR HAYATTIR
Romanlar kıymetlidir. Bir romanda elli farklı karakter görürsünüz. O karakterlerin kişisel zenginliğini kendi beyninize yerleştirirsiniz ve bir bina kurarsınız. Her roman, okurun kafasında sağlam bir yapı oluşturmak için vardır. Bu nedenle temel sağlam olmalıdır. Oğuz Atay, Yaşar Kemal, John Steinback, Jack London, Dostoyevski, Balzac, Emile Zola beynimde çok sağlam binalar kurdular.
YÜZDE YÜZ UMUDUM VAR
Bir ülkenin kurtuluşunu kendi ömrümüzün sınırları içerisinde görmek yanlış olur. Eğer gelecek nesil daha demokratik, daha aydınlık bir dünyada yaşayacaksa, biz bugünden kendimizi harcamaya hazır olmalıyız. Benim bu ülkenin düzeleceğine dair yüzde yüz umudum var.
Fotoğraflar: Burcu Saraçoğlu Okumuş
コメント