SELÇUK YÖNTEM, Türk tiyatro ve sinemasının duayen isimlerinden. İnsandan, iyiden, üretmekten ve okumaktan yana bir sanatçı. Seyretmeye doyulamayan bir oyuncu olmasının yanı sıra dinlemeye doyulamayan bir entelektüel.
İngiliz yazar Peter Shaffer’in, dünya müzik tarihine damga vuran bestecileri Wolfgang Amadeus Mozart ile Antonio Salieri’nin hikâyesini anlattığı ‘Amadeus’ oyununu izledim. Selçuk yöntem, oyunda Salieri’yi canlandırıyor. Mozart’ı çılgınca kıskanan Salieri karakteri, Selçuk Yöntem’in nefes kesen oyunculuğuyla buluşuyor ve oyun size hırs, öfke, rekabet, kıskançlık kavramlarını yeniden yorumlatıyor.
Selçuk Yöntem’le Salieri’yi, Amadeus’u, Aşk-ı Memnu’yu, Halit Ziya Uşaklıgil’i, gençliğinde etkilendiği romanları, sanatın görevini, Türkiye’de kadın sesini, oyunculuğun ritmini ve daha pek çok şeyi konuştuk.
Ömür Uzel
REKABET HAYATIN HER TARAFINDA VAR
Rekabeti olumlu bir yarışmaya çevirdiğiniz zaman her şey hayata dâhil oluyor. Ancak bunun içine hırs ve olumsuz karakterler girdiğinde oradaki rekabet boyut değiştiriyor. Amadeus’da da karakter çatışması var. İnsanların içinde her türlü karakteri barındıran bir yapı vardır. Bu konuda söylemiş çok güzel bir söz var: “Herkesin içinde kötülük olabilir ama önemli olan bunu yapmamaktır. O davranışın kötü olduğunun farkında olmaktır. Salieri de bunun farkında ama kendisini engelleyemiyor. “Mozart gelmeden önce ben böyle bir adam mıydım?” diyor.
YAŞAM, BU KARAKTERLERLE DOLU
Mozart iyi bir müzisyen. Salieri de iyi bir müzisyen ama Mozart kadar değil ve onu çok kıskanıyor. Kıskançlık olumlu olursa yaşam hepimizin yararına olur ama olumsuz olduğunda karşımıza Salieri gibi kötü bir karakter yapısı çıkıyor. Salieri aslında işine sadık, iyi bir insan. Fakat içindeki o karanlık nokta, olağanüstü bir yetenek karşısına çıktığında ortaya çıkıveriyor. Ona zarar vermeye başlıyor ve sonra da ondan özür diliyor. İşte yaşam Salieri gibi karakterlerle dolu. Ve biz her gün bu karakterlerle mücadele ediyoruz.
YA SALIERİ SİZSENİZ?
Oyun, seyirciye kendini sorgulatıyor. “Dikkat edin Salieri siz olabilirsiniz!” diyor ya da “İçinizdeki Salieri’yi dışarı çıkarmayın” mesajı veriyor. İyi olmak için çaba gösterin. İçinizdeki Salieri ortaya çıkarsa sonuç bu oluyor. Onun cümleleriyle cevap veriyorum: “Otuz yıldır birtakım ahmaklar tarafından ‘seçkin’ diye adlandırılmaya mahkûm olacaktım. Her şey çok sahte. Şöhret de sahte.” Ama hayatın bize verdiği mesaj gerçek: “Kötü olduğun sürece ektiğini biçersin arkadaş! Sonucun hiçbir zaman olumlu olmaz.”
NEFİS BİR DRAMATİZASYON
Oyunun yazarı Peter Shaffer bu işi çok güzel dramatize etmiş. Adeta bir dantel gibi örmüş. Nefis bir dramatizasyon. Tıpkı bir Shakespeare karakteri gibi. Aslında yaşamda böyle bir şey oldu mu, olmadı mı bu tam belli değil. Peter Shaffer bunun olduğuna inanıp bu oyunu yarattıysa ne mutlu bize. Ben buna yaratım diyorum. Bu bir oyun. Ama oyundaki karakterleri de Mozart ve Salieri’ye çok güzel uyarlamış. Onun için ben bu oyuna deha ürünü diyorum.
İNSANA DAİR…
Zaman zaman seyirci, Salieri’nin repliklerine reaksiyon göstererek gülüyor. Çünkü insana dair reaksiyonlar veriyor Salieri. Yaşanan dramlar, izleyici tarafından dramı yaşayanlar kadar etkili hissedilmez. Onlara komik gelebilir. Düşen insana gülünür ama düşen insan o sırada acı çekiyordur. Bu da böyle bir boyut. Ama seyirci Salieri’den gereken dersi de alıyor. “Bunu yapmamak, Salieri olamamak gerekir” diyor.
“SANAT ORTAMINDA İYİLİĞE YER YOKTUR”
Böyle diyor oyunda Salieri. Tabii bu cümlede onun kendini haklı çıkarma çabasını görüyoruz. Doğru olması mümkün mü? Elbette değil. İyilik, sanatın içerisindeki özlerden oluşan bir kavramdır. Doğruluk, dürüstlük, objektif olmak… Sanatın yapısına aykırıdır iyi olmamak. Hep bir şey vermeye, bir şey anlatmaya çalışırsınız.
TİYATRODA ‘AN’ VARDIR
Sinema kalıcıdır, tiyatro ise suya yazı yazmaktır. Tiyatroda ‘an’ vardır. O an oyunu oynarsınız biter. Ama oyunun tadı beyninizde, yüreğinizde çok başka bir etkileşim yaratır. Sinemada bir filmi on kere seyretme olanağınız vardır. Ama bir tiyatroyu kameraya çekin izleyin, tahammül edemezsiniz. Hiç etkisi olmaz. Tiyatro, canlı performans olduğu için anında olan o duygu alışverişiyle yüzlerce yıldır değerini kaybetmiyor. Çünkü o duyguya, o alışverişe insanların gereksinmeleri var.
TİYATRO İYİ OLMAK ZORUNDADIR
Kötü tiyatro tahammül edilebilir bir şey değildir. İnsanları soğutur. Tiyatro iyi olmak zorundadır. Temposuyla, ritmiyle, yönetimiyle, oyunculuklarıyla iyi olmak zorundadır. Önce metni dramaturglar okumalı. Sahnelerde eksik var mı? Çatışmalar nasıl? Hangi rolü kim oynayacak? Oyunu kim yönetecek? Herkes, her şey dört dörtlük olmalı. Sanatta iyi buluşmalar olduğu zaman toplumdan iyi reaksiyon alırsınız. Kitleleri etkileyen şey budur. Bu buluşmalar doğru olmazsa seyirci sıkılır ve ikinci perdede kaçmak ister.
KULÜP 12’DE DEVE KUŞU KABARE
Haldun Taner’in -Metin Akpınar ve Zeki Alasya ile birlikte geliştirdikleri- kabare tiyatrosu, Türkiye’de büyük kitleleri etkilemiştir. Çok başka bir yapı doğurmuştur. Ortaokulda, Kulüp 12’de ‘Deve Kuşu’ kabareyi izlemiştim. Çok etkilenmiştim. Belki de aktör olmamda beni etkileyen noktalardan biridir. Fakat kabare tiyatrosu çok bıçak sırtı bir iştir. Çünkü ölçü çok önemlidir. Ölçüyü kaçırdığınız zaman ortaya vasat bir iş çıkabilir. Hicvi, dansı, oyunculuğu, rejisi ile anlatmak istediğinizi ve üslubunuzu iyi dengelemeniz lazım. Baskılı ortamlarda çok işe yarayan bir tarzdır kabare. Lafı arkadan dolandırırsınız, anlayan anlar. Sanat, anlatmak istediğini anlatmak için yola çıktığında kimse sanatla başa çıkamaz.
‘SANAT FİLMİ’ DİYORLAR…
‘Sanat filmi’ diyorlar bu bana tuhaf geliyor. Ben bir filmde sıkılmıyorsam o film görevini yerine getirmiştir; iyi filmdir. Kurgunun temposu, oyuncunun bize duygu olarak yansıması hepsi birbiriyle bağlantılıdır ama sanat filmi ille de ağır, temposuz olmak zorunda değildir. Bence herkes iyi bir şey yapmak için mücadele ediyor. Bazıları festivallere gitmek istiyor. Bazıları gezmek istiyor. Bazıları da hayatta güzel bir filme imza atmış olmayı istiyor.
TÜRKİYE HER GÜN MİZAHLA BOĞULUYOR
Mizah, o kadar güzel bir şekilde karşılığını buluyor ki Türkiye’de! Aklınızın almayacağı şeyler Türkiye’de oluyor. Bundan güzel mizah olabilir mi? Ve siz buna nasıl reaksiyon vereceğinizi bilmiyorsunuz. Mizahı kendinize koordine edemiyorsunuz. Her anımız mizah esasında. Yurdum insanı bir anda şaşırtabiliyor. Verici, yardım özelliği olan bir yapıya da sahip. Her şey birbirine girmiş. Ağlanacak şeye gülüyoruz, gülünecek şeye ağlıyoruz. Ülke mizahla her gün kol kola dans ediyor.
AŞKI-I MEMNU: İNSANA VE YAŞAMA DAİR
Edebiyatta batıdan etkileşim anlamında çok önemli bir eser Aşk-ı Memnu. Halit Ziya Uşaklıgil tarafından çok ustaca yazılmış, değerlendirilmiş. Duyguların analiz edildiği bir eser. Ortaya koyduğu karakterler, o karakterlerin çizmiş olduğu şema insana ve yaşama dair. Üstelik herkesin başından geçebilecek bir olay. Kıskançlık, tutku, alt kattaki yaşam, üst kattaki yaşam, entrikalar… Bütün bunları dramaturji anlamında değerlendirdiğiniz zaman gerçekten üslup ve anlatım olarak muhteşem bir eser. Dizinin ise eskimemesinin sebebi, uyarlamanın kusursuz yapılmasıdır. Ancak kitleleri etkilemiş romanların dizi veya film yapılması çok büyük sorumluluk gerektirir. Başarılı olanları tekrar tekrar seyredersiniz.
OKUMAYAN İNSAN SORUN YARATIR
Benim okuma serüvenim Jack London ile başlamıştır. André Gide ile devam etmiştir. Yaşar Kemal’le başka bir yere, Dostoyevski ile bambaşka bir yere savrulmuşumdur. İlk gençlik yıllarınızda ne okuyorsanız karakterinizi, kültürünüzü, kişiliğinizi onun üzerine kurarsınız. Bugün sizi olduğunuz kişi yapan, ilk okuduklarınızdır. Ondan sonra okuduklarınız, ilk okuduklarınızın üzerine kıyaslamalarla devam eder. Ama ilk okuduklarınız sizi entelektüel, aydın ve sorumlu kılar. Bilmediğini bilmek, kitabı okuduğunuz zaman sizi ilk etkileyen noktadır. Bunu algılayan insan kendisini çok daha olumlu bir koridora sürükler. Dünya üzerinde sorunları, olumsuzlukları yaratanlar okumayan insanlardır. Kitap okumaya başlayan insanın değişimi çok farklı bir şekilde gelişir. Ama çok okumak değil, okuduğunu anlayıp o yolda yürümektir önemli olan.
SANAT, İNSANI KORUMALI
Sanatın insanı korumakla ilgili bir misyonu olmalı. Sanat, içinde çok kapsamlı duygular barındırır; insanı etkilemek, kültürünü tanıtmak gibi. Mesela yöresel değerlerimizle, evrensel olarak insanları etkileyebiliyorsak sanat misyonunu yerine getirmiş olur. Örneğin ressam Nuri İyem’e bakın. Onun evrensel başarısının altında yöreselliği iyi değerlendirmesi yatıyor bence. Ama sinemada yöreseli, evrensel yapmakta zorlanıyoruz. Belki de senaryo yazma tekniğini çok daha iyi çalışmamız gerekiyor. Hayatın sadeliğini gerektiği gibi aktaramıyoruz.
KİTLELER VE SANAT
Ne kadar çok tiyatroya giderseniz, film izlerseniz, sergi gezerseniz, bale gösterisi seyrederseniz, okullarda tiyatro eğitimi verirseniz, çocukların sanatla ilgilenmesini sağlarsanız kötü düşünceye zaman kalmaz. Sanatın her boyutuyla kitleleri birleştirdiğiniz zaman yükselme çok farklı gelişiyor.
KADIN SESİ ÇOK DAHA FAZLA DUYULMALI
Türkiye’de tartışmasız kadın sesi çok daha fazla duyulmalı. Birçok yerde inisiyatif kadınlara verilmeli. Çünkü kadın, yaptığı işi çok daha ciddiyetle yapıyor. Mutfakta çocuğuna yemek yaparken onun sağlıklı büyümesi için nasıl özen gösteriyorsa, yapacağı işi de aynı ciddiyetle yapıyor. Dünyaya baktığınızda pek çok ülkenin başbakanı kadın ve hepsi de çok başarılı. Atatürk de dünyada kadınlara seçme seçilme hakkını ilk veren liderlerden. Ama bazı dengeler politik sebeplerden dolayı zamanla değişti. Fakat kadın zeki bir varlık olduğu için bu mücadeleyi çok iyi veriyor. Kadınlar iş dünyasında, bakanlıkta, sanat ortamında bulundukları zaman ülkede çok daha renkli çiçekler açar diye düşünüyorum. “Umut” diyelim. Yaşamdan umudumuzu kesmeyelim. Ülkemizden de kesmeyelim. Kadın sesini daha çok yerde duyacağımız bir dünyanın özlemini yaşayalım ve o umudu hep içimizde tutalım.
İNANIN, SEVİN, KARARLI OLUN…
Son olarak gençlere söyleyeceklerim şunlar olur: Yapacağınız işi inanarak ve severek yapın. Doğru hedefi belirleyin, kararlı olun. Kararlı olmak, sevmek, çok çalışmak, okumak ve kendini sürekli geliştirmek… Bunların üzerine kurulu bir dünyada başarısız olmanıza imkân yok.
Fotoğraflar: Mert Çağlayan
Comments