Ali Poyrazoğlu… Tiyatromuzun büyük üstatlarından. İlginç kitapların yazarı. Heidegger okuru, Oğuz Atay’ın nikâh şahidi, New York Broadway’de başrol oynamış bir aktör… Taksim’de buluştuk; çok keyifli, dopdolu bir röportaj yaptık.
Ömür Uzel
SANATIN KİMLİĞİNDE “MUHALİF” YAZAR
Sanat, normal, olağan gerçeğe karşı gerçek yaratma işidir. Karşıdan bakma işidir. Yorum getirme işidir. Karikatür, roman, şiir, heykel, sizin çıkardığınız dergi, bütün bunlar muhalif kimliği olan işlerdir. Sanat, farklı gerçek önerisidir. Sorular sorar. Önemli olan cevaplar değil, sorulardır.
İLK TİYATROMU MASANIN ALTINA KURDUM
Tiyatronun iyileştirici bir tarafı olduğunu bilinçaltım keşfetti. Ben, bilinçli bir şekilde keşfetmedim. Bana iyi geleceğini düşündüm tiyatronun. Peki, tiyatro nerede? Kırmızı kadife perdenin arkasında. Evde, yemek masasının üstünde kırmızı örtü vardı. Örtüyü kaldırdım, girdim masanın altına. Böylelikle ilk Ali Poyrazoğlu tiyatrosunu 5 yaşında, yemek masasının altına kurmuş oldum.
PARAYLA BİLET SATTIM BİZİMKİLERE
Babama, anneme, kardeşlerime, Yeter Ablaya… Ertesi gün kriz oldu tiyatroda. Seyirci yok. Babama gidip “Tiyatro var akşama yemekten sonra” dedim. “Seyrettik ya, her gece aynı şeyi mi seyredeceğiz ulan?” dedi. Baktım 5 yaşında kurduğum tiyatroda ertesi gün kriz çıktı, turneye çıkmaya karar verdim. Akraba evlerine gidiyordum yatılı. Halama gittik Sivas’a, amcama gittik Çanakkale’ye… Bütün Türkiye’yi gezdik.
BENİM İŞİM YAZMAK, ÇEVİRMEK
Tiyatroya başladığımda evden kavga ederek ayrılmıştım. Parasızdım. Diller bildiğim için çeviri yapmaya başladım. 17 yaşımda ilk kitabım çıktı. Pirandello’nun ‘Ağzı Çiçekli Adam’ adlı oyununu çevirdim. TRT’ye elliye yakın “arkası yarın” oyunu yazdım. 19 yaşındayken yazdığım oyun Haylaz Çocuk, şehir tiyatrolarında oynandı. Müjdat Gezen’di başrolü. Fotoroman ve film senaryoları yazdım. Oynadığım oyunların yarıya yakınını ben yazdım, çevirdim ya da uyarladım. 18 yıl köşe yazarlığı yaptım. Maltepe Üniversitesi’nde her hafta ders verdim. İstesem gazetecilikten emekli olurdum. Fransızca iki kitap yazdım. ‘Asi Kuş’ kitap olarak çıkacak, matbaada şu an. Anılarımı yazıyorum bir de şimdi. İki cilt.
EV TERLİĞİ İLE YAZMAM!
Yazmak ciddi bir iştir. Ve yazmak konusunda performans sahibi olmanız gerekir. Nasıl sporcu orasını burasını şişirmek için idman yapıyor, sen de yazar yanını koruyup performansını yüksek tutabilmek için ciddi bir şekilde okumak, incelemek, araştırmak zorundasın. Bunu da masa başında ciddi kıyafetlerle yapıyorum. Yazıyorsam öyle ev terliğiyle yazmam. Gömlek giyer, kravat takar, ayakkabılarımı giyer, öyle yazarım. Çünkü Türkçeyi ciddiye alırım.
TÜRKÇELİYİM…
Bana “Nerelisin?” diye sorduklarında “Türkçeliyim” diye cevap veririm. Benim ana yurdum Türk dili. Ben Türkçe’nin içine doğdum. Zihin yapım, dünyaya bakış açım, kültürüm, sanatımı yapış biçimim hepsi içinde doğup büyüdüğüm Türkçede gelişti. Aşka, dostluğa bakışım, hepsi bu dilin üzerinden ilerledi. Hz. Muhammed demiş ki, “İnsan dilinin altında gizlidir.” Martin Heidegger de diyor ki “Dil bizim evimizdir, biz orada otururuz.” Bence de Türkçe benim evim, ben orada oturuyorum ve Türkçe, dilimin altında gizli.
KENDİNİZLE EL SIKIŞMANIZ LÂZIM
Aynayı tuttum yüzüme / Ali göründü gözüme / Nazar eyledim ben özüme / Ali göründü gözüme... Bu, beni çok etkileyen bir ilahidir. Bu ilahiden yola çıkarak kitabımın adını Aynayı Tuttum Yüzüme koydum; çünkü herkesin özüne nazar eyleyip, kendisiyle tanışıp, uzlaşıp, el sıkışıp, bazı halleriyle barışıp, hatalarıyla yüzleşip yaşamdan geçmesi gerektiğini düşünüyorum.
KENDİNE YENİDEN BAŞLAYACAKSIN!
Ben çok iyi hocalarla çalıştım. Benim hocalarım Melih Cevdet Anday, Sabahattin Kudret Aksal, Ahmet Kutsi Tecer, Yıldız Kenter, Max Meinecke idi. Melih Cevdet Anday’ın öğrencisi olmak ne demek söyler misin?
Biz okulda çok önemli bir şeyi keşfettik. Okulda okutulan kuru bilgiyi, meslekte ve yaşamda kullanılabilen, inovatif, canlı ve yaratıcı bilgiye dönüştürmen gerekiyor. Bunun için de sana okutulanı yapabilmen, özümseyebilmen için yeniden yaratman, yeniden başlaman gerekiyor.
AYNI KAFADA NE SEVEBİLİRİM NE SEVİŞEBİLİRİM
Ben hatalarımın üniversitelerinden mezun olabilmek için kendime yeniden başlıyorum. Ben bir sanatçıyım. Gözü kapalı geçemem dünyadan. Çağımın tanığı olarak geçiyorum. İnsan da hem kendi ülkesinde hem dünyada olan değişimi takip etmek zorunda hem de kendisini değiştirmek zorunda. Olduğum yerde, aynı kafada, aynı davranış biçimini takip ederek ne yaşayabilirim ne sevebilirim ne sevişebilirim ne de oynayabilirim.
GENELLEMELERDEN KORKARIM
New York’ta Broadway’de İngilizce, Paris’te Fransızca, Yunanistan’da da Yunanca oyun oynadım ama dünyanın her yerinde iyi seyirci iyi seyircidir, kötü seyirci kötü seyircidir. Akıllı seyirci, akıllı seyircidir, salak seyirci de salak seyircidir. Amerika’da herkes çok akıllı diye düşünmeyin. Genellemelerden korkarım. Paris’te oyun seyrediyorum, epik bir oyun. Muhteşem felsefik bir oyun. Arkamda iki kadın oturuyor, histerik kahkahalar atıyorlar. “Niye olmadık yerde gülüyorsunuz?” dedim, ona da güldüler.
YAŞAR KEMAL’LE YATARIM, SHAKESPEARE İLE KALKARIM
Dört bir tarafım kitapla doludur. Çok okurum. Müthiş haz alırım okumaktan. Orhan Pamuk, Aziz Nesin, Demir Özlü, Dostoyevski, Arthur Miller, Karl Marx, Platon… Şiir okurum. Edip Cansever’i çok severim. Edip benim bir tanecik arkadaşımdı. Hem içki hem ayılma arkadaşımdı. Hem de son yolculuğuna uğurladığım bir arkadaşımdı. Kitabımda anlatıyorum Edip’in gidişini.
İÇİMİZE ÇİVİLER ÇAKTILAR
Ailenin çocuğa yaptığı saldırı, onun özgürlüğünü, yaratıcı yanını engelleyerek başlıyor. İçimize çiviler çakıyor anneler babalar. “Yapma çocuğum, kurcalama çocuğum, fazla merak ediyorsun, aman ha sakın ayıp, el âlem ne der, gece tırnak kesme, şapkayı yatağın üstüne koyma, icat çıkarma!” Sonra hayatın içine giriyorsun, bir işe başlıyorsun. Sana ilk söyledikleri laf: “İcat çıkar!” Ben nasıl icat çıkaracağım baba? Siz benim içime çiviler çakmışsınız ondan sonra birey o sistemin, anneyle babayla başlayan, okulda işte devam eden çivi çakma sisteminin kurbanı oluyor ve en ileri yaşında bile içindeki çivileri sökmeye çalışıyor. Kafasına, zihnine, kalbine çakılmış çivileri.
MANEVİ MİRAS SANA AİT DEĞİLDİR
Öldüğün zaman maddi mirasın çoluğuna çocuğuna kalır ama manevi miras sana ait değildir. Manevi miras, içinde doğup büyüdüğün ülkenin, toplumun malıdır. Onu paylaşmadan gidemezsin. Onun için benim kadar manevi zenginliği olmuş, heyecan verici dostlukları olmuş, çok ilginç olaylar yaşamış birisinin bu mirası paylaşması zorunludur.
SEYİRCİLER BİZİM MESLEKTAŞIMIZ
Tiyatroda, oyuncu ile seyirci karşı karşıya gelince kıvılcım çakar. İnsana bakma, insanın hallerine bakma, insanın hallerine bakarken kendi dünyana bakma, kahkahalar atarak ölüme meydan okuma mucizesi. İki unsuru var tiyatronun; oyuncu ve seyirci. Biri olmazsa tiyatro olmaz. Sayı hiç önemli değil. Shakespeare de “Anlayan bir kişi varsa salonda, yeter size” der.
VERMEDİKLERİ “EN İYİ KADIN OYUNCU ÖDÜLÜ” KALDI
Fantastik müzikal film çektik zamanında; Arkadaşım Şeytan. Epik bir sinema denemesi yapmıştı Atıf Yılmaz. Mazhar Alanson ve Ayhan Sicimoğlu ile oynadık. Ben de şeytanı oynadım. Uçarak şarkı söylüyordum. Atıf Yılmaz beni, bir hafta, sırtımdan bir telle, apartmanın çatısından, Cihangir’in semasına astı. Bir hafta o telin ucunda sallandım. Şeytan uçuyor çünkü o sahnede. Arkadaşım Şeytan filmi ile Sinema Eleştirmenleri Birliği’nden “En iyi erkek oyuncu ödülü” aldım. Ondan sonra Ankara Sinema Festivali’nden de “En iyi yardımcı oyuncu” ödülünü verdiler bana. Filmde almadığım bir tek “En iyi kadın oyuncu” ödülü vardı. Onu da verselerdi keşke.
OĞUZ ATAY’IN NİKÂH ŞAHİDİYDİM
Ben çok şanslı bir adamdım. Hem ünlü hem ünsüz ilginç dostlarım oldu. Çok büyük yazarlar arkadaşım oldu. Oğuz Atay mesela, en yakın arkadaşımdı. Bal gibi adamdı. Oğuz’un nikâh şahidiydim ama o kazık attı hepimize; öldü. Erkenden gitti. Yaşar Kemal, Demir Özlü, Doğan Hızlan… Belirli kuşak, yazarlar, siyasetçiler, gazete patronları… Erol Simavi, benim hayattaki en yakın arkadaşlarımdan biriydi; ama terzi de arkadaşım vardı, heykeltıraş, ressam arkadaşım da…
Fotoğraflar: Ozan Uzel
Comments